GÜLSENA AKAY, LÜTFİ SALTUK SALTUK DEMİR
Amaç: Bu çalışmada sağlık alanında öğrenim gören üniversite öğrencilerinin sürdürülebilir beslenme ve çevre hakkında bilgi düzeyi ile Akdeniz diyetine uyumlarını değerlendirmek amaçlandı.
Yöntemler: Bu çalışma kesitsel tipte yapıldı. Nisan-Mayıs 2019 aylarında Tıp Fakültesi (n=413) ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde (n=274) öğrenim görmekte olan 687 öğrenci üzerinde gerçekleştirildi. Araştırmada sosyodemografik özellikler anket formu, sürdürülebilir beslenme ve çevre ilişkisi anket formu ile Akdeniz diyeti uyum ölçeği kullanıldı. Verilerin analizinde ki-kare testi, Mann Whitney-U testi, Kruskall-Wallis testi kullanıldı. p<0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Beslenme ve Diyetetik öğrencilerinin sürdürülebilir beslenme kavramını duyma oranları Tıp öğrencilerine göre yüksek bulundu (p<0,001). Katılımcıların %95,2’sinin sürdürülebilir beslenme ile ilgili daha önce bir eğitim almadığı saptandı. Her iki bölüm öğrencilerinin de sürdürülebilir beslenme kavramını en az oranda ekolojik boyutuyla (Tıp:%27,8; Beslenme ve Diyetetik:%25,5) ele aldıkları tespit edildi. Beslenme ve Diyetetik öğrencilerinin Tıp öğrencilerine göre Akdeniz diyetine uyumlarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptandı (p<0,001).
Sonuç: Öğrencilerin yarısından fazlasının sürdürülebilir beslenme kavramını daha önce duymadığı tespit edildi. Öğrencilerin en düşük oranda sürdürülebilir beslenmeyi çevre boyutuyla ele aldıkları görüldü. Katılımcıların Akdeniz diyetine düşük düzeyde uyum gösterdiği saptandı
Anahtar Kelimeler: Akdeniz diyeti, Diyet, Çevre, Sürdürülebilirlik.
MEHMET KILINÇ, FERİDUN KARAKURT
Amaç: Primer hipotiroidizm, hipotiroidizm vakalarının %95’inden fazlasını oluşturur. Primer hipotiroidili hastaların levotiroksin sodyum (LT4) replasman tedavisi ile hedeflenen tiroid uyarıcı hormon (TSH) düzeyine ulaşılarak ötiroid hale gelmesi amaçlanır. Bu çalışmada optimal tedavi edilemeyen hastaların değerlendirilmesi ve aşırı doz veya eksik doz ile tedavi edilen hasta sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntemler: Bu retrospektif çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi hastanesinde Ocak 2015 ile Aralık 2016 tarihleri arasında takip edilmiş olan 18 yaş üzeri, tiroid malignitesi olmayan, son 6 aydır sabit doz LT4 replasman tedavisi alan primer hipotiroidi tanılı 500 hasta üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hastaların tiroid hormon durumunu belirlemek için serum TSH, serbest triiyodotironin (sT3) ve serbest tiroksin (sT4) seviyeleri kullanılmıştır. Tüm hastaların vücut kitle indeksi (VKİ) değerlendirilmiştir. Hastaların düşük yoğunluklu lipoprotein(LDL), yüksek yoğunluklu lipoprotein(HDL), çok düşük yoğunluklu lipoprotein(VLDL), trigliserit ve total kolesterol verileri analize dahil edildi.
Bulgular: LT4 replasman tedavisi alan hastaların %66.8'inde (n=334) TSH seviyeleri istenen hedef aralığında değildi. Hastaların %50,8' inde TSH düzeyi istenen hedef aralığından yüksekken (yetersiz dozla tedavi), hastaların %16.0' sında TSH düzeyi istenen hedef aralığından düşüktü (fazla dozla tedavi). Hastaların sadece %20, 6'sı normal vücut ağırlığındaydı. Dislipidemi prevalansı erkeklerde %69.2, kadınlarda %68.9’du ve cinsiyetler arasında anlamlı farklılık yoktu (p = 0.968).
Sonuç: Çalışmamızda LT4 replasman tedavisi altındaki çoğu hastanın istenen TSH aralığında olmadığı görüldü. LT4 tedavisi ile serum TSH seviyeleri normalize edilemediğinde disiplinler arası bir tanısal yaklaşım ve dikkatli öykü alınması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Primer hipotiroidizm, Hedef TSH, Aşırı doz, Yetersiz doz, Dislipidemi
ENVER MİRZA, SELMAN BELVİRANLI
Amaç: Lazer periferik iridotomi (LPİ) öncesi ve sonrası Scheimpflug kamera ile belirlenen ön kamara (ÖK) parametrelerindeki değişiklikleri değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Tedavi veya profilaktif amaçlı LPİ uygulanan primer açı kapanması şüpheli, primer açı kapanması ve primer açı kapanması glokomu olan 20 hastanın 31 gözü çalışmaya dahil edildi. Pentacam Scheimpflug kamera sistemi (Oculus Optikgeräte GmbH, Wetzlar, Almanya) kullanılarak santral kornea kalınlığı (SKK), ön kamara derinliği (ÖKD), ön kamara hacmi (ÖKH), ön kamara açısı (ÖKA) ve pupil çapı değerleri LPİ öncesinde ve 1 ay sonrasında ölçüldü ve birbirleri ile karşılaştırıldı.
Bulgular: LPİ'den bir ay sonra, ortalama göz içi basıncının (GİB) 19.8±8.7 mmHg'den 16.4±3.6 mmHg'ye azaldığı kaydedildi (p<0.001). Ortalama ÖKA’nın 24.1±6 dereceden 26.6±6.6 dereceye yükseldiği (p<0.001), ortalama ÖKD’nin 2.11±0.4 mm3 'ten 2.14±0.4 mm3 'e arttığı görüldü (p=0.083). Ortalama ÖKH'nin 101.6±36 mm3 'ten 105.7±38 mm3 'e yükseldiği (p=0.439), ortalama SKK'nın 540.9±45.9 μm'den 555.4±42.8 μm'ye arttığı görüldü (p=0.018). Ortalama pupil çapının 3.5±1.1 mm'den 3.2±0.5 mm'ye azaldığı tespit edildi (p=0.828).
Sonuç: LPİ'nin ÖK'nın üç boyutlu morfolojisinde bazı değişiklikler yaptığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Lazer periferik iridotomi, Ön kamara, Primer açı kapanması, Scheimpflug kamera
HÜSEYİN CAHİT ÖZTEKİN, MERYEM ESMA DÜZ, ALİ KELEŞ, RABİA HAŞİMOĞLU, MEHMET AKİF GÜLER, CENGİZ KADIYORAN, MEHMET TUĞRUL YILMAZ
Amaç: Kadans, bireye göre değişebilen ve genellikle dakikadaki adım sayısı olarak hesaplanan bir değerdir. Baropedometre ise ayak altındaki basınç dağılımını ölçerek ayak dinamiğinin ayrıntılı analizini sağlamaktadır. Ayrıca klinikte ve araştırmalarda kadans’ın dışında ayak hastalıklarının değerlendirilmesi ve ölçümünde de kullanılmaktadır.
Yöntemler: Çalışmamızda 2014 model Diasu by Sani Corporate’nin baropedometrae cihazı kullanılarak; sağ ve sol ayak için ayrı kadans değerleri (adım/dk) hesaplanmıştır. Bu çalışmaya dahil edilen 101 bireyin yaş, kilo, boy gibi demografik verileri kaydedilmiştir. Kaydedilen bu verilerden yürüyüşlerin ortalamaları değerlendirmeye alınmıştır. Elde edilen veriler SPSS 25.0 paket programında Independent Samples Test ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Erkek sağ ve sol kadans değerleri sırasıyla 58,07±23,77 adım/dk., 58,18±24,67 adım/dk. olarak ölçülürken kadın bireylerde ise bu değerler sağda 55,87±22,89 adım/dk; solda ise 56,75±21,52 adım/dk. dır. Yapılan istatistiksel analiz sonucunda kadans ile ölçüm verileri arasında anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05).
Sonuç: Literatürler incelendiğinde kadans, diğer yürüyüş parametreleri ile beraber hastalık ve yaşlanma değişimlerini incelemektedir. Sağlıklı bireylerde demografik bilgilere bağlı kadans değişiminin anlamlı olmaması bize kadans’ın sağlıklı bireylerde sadece hastalığa yakalandıklarında değişebileceğini düşündürmüştür. Kadans’daki değişim, yürüme hızı ve adım mesafesine bağlı olduğu belirten çalışmalar dikkate alınarak daha sonraki çalışmalarda yürüyüşün bu parametrelerinin de değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmüştür. Literatürde kadans’ın yaşla birlikte arttığını bildiren çalışmalar mevcuttur. Fakat literatürde ayak taban basıncı ile kadans’ı direk ilişkilendiren çalışmaya rastlanılmamıştır. Çalışmamızın kadans’ı etkileyen faktörleri ortaya koyan diğer çalışmalar için yol gösterici olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Baropedometre, Kadans, Yürüme
ABDULLAH GÜLTEKİN, ERKAN ATLAMAZ, FAHRİYE KILINÇ, SEDA TAS AYÇİÇEK, PEMBE OLTULU
Amaç: Lenfoma tanılı hastalarda kemik iliği tutulumunun tespit edilmesi klinik evrelemede, tedavi ve takipte önemli bir basamaktır. Bu çalışmada lenfoma alt tipleri ile kemik iliği infiltrasyon paternlerinin ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Yöntemler: 2016 – 2021 yıllarında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Laboratuvarında histopatolojik değerlendirme yapılan ve kemik iliği infiltrasyonu tanısı alan 102 lenfoma olgusuna ait biyopsi örnekleri incelendi. Kesitler infiltrasyon paternleri açısından 3 gözlemci tarafından tekrar değerlendirildi, lenfoma alt tipleri ve infiltrasyon paternleri kaydedildi.
Bulgular: En yaygın lenfoma alt tipi diffüz büyük B hücreli lenfoma (%22,3) ve mantle hücreli lenfoma (%22,3), ardından T hücreli lenfoma (%15.5), folliküler lenfoma (%9.7), kronik lenfositik lösemi/küçük lenfositik lenfoma (%4.8), Hodgkin lenfoma (%4.8), lenfoblastik lenfoma (%1.9), Burkitt lenfoma, MALT lenfoma, marjinal zon lenfoma (%0.94), alt tipi belirlenemeyen lenfoma (%9.7) olarak saptandı. Karşılaşılan tutulum paternleri: diffüz, paratrabeküler, interstisyel, nodüler ve mikst infiltrasyon idi. Olguların tümünde mikst tip infiltrasyon paterni %29,1 ile en sık görülendi. Mikst patern ise en çok nodüler ve interstisyel tutulum birlikteliği içermekteydi. Tek tip olarak en sık diffüz patern izlendi. En yaygın tutulumun tespit edildiği diffüz büyük B hücreli lenfoma ve mantle hücreli lenfomada tutulum paternleri: Diffüz büyük B hücreli lenfomada %34.7 diffüz, %26 nodüler, %17.4 mikst, %17.4 interstisyel, %4.4 paratrabeküler; mantle hücreli lenfomada %47.8 mikst, %21.7 diffüz, %17.4 paratrabeküler, %13 nodüler tipte infiltrasyon paterni idi.
Sonuç: Mikst infiltrasyon paterni en sık mantle hücreli lenfomada görülmekle birlikte diğer lenfomalarda da görüldüğü için spesifik değildi. Paratrabeküler paternin öne çıktığı foliküler lenfomada ise diğer tutulum paternleri ile de karşılaşıldı. İnfiltrasyon paternine dayanarak kemik iliğinde gözlenen tutulumun hangi lenfoma alt tipi ile ilişkili olduğunu kesin söylemek mümkün olamamaktadır. Bunun için lenfoma tipini belirlemede yardımcı tetkiklere başvurulması esastır.
Anahtar Kelimeler: Kemik iliği, Lenfoma, İnfiltrasyon, Patern
FİLİZ SADİ AYKAN, FATİH ÇÖLKESEN, ŞEVKET ARSLAN
Herediter anjioödemin mast hücre aracılı anjioödemden ayırt edilmesi önemlidir. Bradikinin aracılı anjioödem sıklıkla ciddi veya hayatı tehdit edebilen şişliklerle bulgu verir. Bradikinin aracılı anjioödem tablosunda mast hücre aracılı anjioödem için kullanılan standart tedavilere cevap alınmaz. Günümüzde yeni ilaçların geliştirilmesi, bradikinin aracılı anjioödem ilişkili atakların tedavisini, morbidite ve mortalitenin önlenebilmesini mümkün kılmıştır. Bu yazıda bradikinin ilişkili anjioödem tablosunun bilinen ve bilinmeyen yönleriyle patofizyolojisi, tanı ve ayırıcı tanısı ve tedavi modaliteleri tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bradikinin aracılı anjioödem, Herediter anjioödem
HABİBULLAH AKTAŞ, ÖMER KUTLU, GÖKŞEN ERTUĞRUL, BÜŞRA YILDIZ
SAİME ERGEN DİBEKLİOĞLU, BERAY SELVER EKLİOĞLU, MEHMET EMRE ATABEK
Diyabetik ketoasidoz (DKA), tip 1 diyabetes mellitusun (Tip 1 DM) akut, ciddi bir metabolik komplikasyonudur. İnsulin yetersizliği temelinde, insulin karşıtı hormonların artmış etkilerine bağlı olarak oluşan ve özellikle Tip 1 DM çocuklarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. DKA diyabetin tanı anındaki klinik tablosu olabileceği gibi hastalığın seyri sırasında kötü tedavi yönetimi veya enfeksiyon benzeri metabolik dengenin bozulduğu stres dönemlerinde de gözlenebilmektedir. DKA çocukluk ve gençlik döneminde diyabete bağlı mortalite ve morbiditenin en önemli nedenlerinden biridir. Bu yazıda ağır DKA tablosuyla başvuran SARS-Coronavirus-2 (Covid 19) olgusu sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Covid 19, Diyabetik ketoasidoz, Solunum sıkıntıs
ERSOY SİRİN ERCİHAN, ŞİRİN KÜÇÜK, RAMAZAN SERDAR ARSLAN, IZZET GOKER KUCUK
Safra kesesi mukoseli (GBM), yarı katı hareketsiz mukoid materyalin fonksiyonel veya mekanik nedenlerle mesane fundusunda birikmesi sonucu oluşan şişkin safra kesesi gelişimidir. Buna ayrıca safra kesesi hidropsu adı da verilir. İnsidansı yaklaşık %3'tür. Azalmış safra akışı, azalan safra kesesi hareketi ve safra kesesi lümenindeki su emilimindeki değişiklik, safra çamuruna neden olur ve dolayısıyla mukosel gelişimine zemin hazırlar. İlk olgu, sağ üst kadranda ve epigastrik bölgede bulantı, kusma, gaz, hazımsızlık ve ağrı şikayetleri ile kliniğe başvuran 26 yaşında kadın hastaydı. Abdominal USG'de safra kesesi duvarının normal olduğu ve safra kesesi lümeninde 14 mm çapında taş ve çamur olduğu belirlendi. İkinci olgu ise mide ağrısı ve bulantısı şikayetleriyle kliniğe başvuran 34 yaşında bir kadın hastaydı. İkinci olguya USG yapılmadan hasta operasyona alındı. Her iki olguya da laparoskopik kolesistektomi yapıldı ve histopatolojik incelemede; lümende mukoid materyal, yassılaşmış epitel ile fokal alanlarda dağınık inflamatuar hücre infiltrasyonu izlendi. Bu bulgular eşliğinde olgulara ‘’Safra Kesesi Mukoseli’’ tanısı verildi. Bu makalede safra kesesi mukoseli tanısı konulan iki olgunun klinikopatolojik sonuçlarının literatür bilgileriyle birlikte tartışılması amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Mukosel, Safra Kesesi, Kolesistektomi, Kolesistit