İBRAHİM ANDAN, İBRAHİM BAŞAR, AYHAN KAYDU, YUSUF İPEK, ABDURRAHMAN ARPA, FEYZİ ÇELİK, ZEYNEP BAYSAL YILDIRIM
Amaç: Bu çalışmada, hayatı tehdit eden komplikasyonlarla seyredebilen kraniyosinostoz nedeniyle ameliyat edilen çocuk hastalarda perioperatif anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
Gereçler ve Yöntem: Ocak 2009-Ocak 2021 arasında opere edilen 26 kraniyosinostoz hastasının tamamının dosyasını geriye dönük olarak inceledik. Hastaların demografik verileri, ASA skorları, anestezi ve ameliyat süreleri, ek anomali koşulları, hava yolu ve kanama yönetimi ile komplikasyonları analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 26 hastanın 16'sı trigonosefali, 4'ü skafosefali, 3'ü plajiyosefali ve 3'ü mikst tipte idi. Hastaların 20'si (%76.9) erkek, 6'sı (%23.1) kadındı. 26 hastanın beşinde (%19.23) ek anomaliler (1 Apert sendromu, 2 kardiyak anomali ve 2 hidrosefali) vardı. Ortalama ameliyat süresi 167.03 dk ve anestezi süresi 179.92 dk idi. Hastaların direkt laringoskopisinde CL skorları değerlendirildi. Beş hastada (%19.2) CL I, 13 hastada (%50.0) CL II ve 8 hastada (%30.8) CL III bulundu. Ameliyat sırasında 5 hastada (%19.23) şiddetli hipotansiyon gözlendi. Bu hastalara eş zamanlı kan ve sıvı infüzyonu ile 0.03 mg/kg/dk dozunda noradrenalin uygulandı. Ameliyat öncesi ortalama hematokrit değerleri %35.99, ameliyat sırasında %26.85 (0.001) olan hastaların preoperatif ve intraoperatif hematokrit değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p < 0,001).
Sonuç: Kraniosinostozlu pediatrik hastaların havayolu yönetiminin zor olduğunu ve intraoperatif masif kanama riski olduğunu saptadık. Bu hastalarda dikkatle planlanmış anestezi yönetimi gerekir.
Anahtar Kelimeler: Kraniosinostoz, pediatrik hastalar, anestezi yönetimi, kanama yönetimi
KAMİL KOÇAK, LÜTFİ SALTUK SALTUK DEMİR
Amaç: Ergenlik dönemi, yaşam biçimi ve davranışların şekillendiği bir süreçtir. Bu süreçte edinilen davranışlar, etkisini yaşam boyu sürdürmektedir. Olumlu davranışlar sağlığın korunup geliştirilmesine katkı sağlamakta, olumsuz davranışlar ise mortalite ve morbiditede artışa neden olmaktadır. Sağlıkla ilgili bilgiye ulaşma, bilgiyi anlama, değerlendirme ve uygulama süreçlerini içinde barındıran sağlık okuryazarlığı kavramı ergenlik döneminde önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmanın amacı er. genlerde sağlık okuryazarlığı ile riskli sağlık davranışları arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Gereçler ve Yöntem: Kesitsel tipteki araştırma 2018-2019 eğitim-öğretim yılında Konya’daki iki lisede toplamda 382 öğrenci ile yürütüldü. Çalışmanın bağımlı değişkeni riskli sağlık davranışları, temel bağımsız değişkeni sağlık okuryazarlığı düzeyidir. Veri araştırmacı tarafından öğrencilere dağıtılıp toplanan Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği, Riskli Sağlık Davranışları Ölçeği ve sosyodemografik özellikler anketi kullanılarak toplandı. Veri analizinde t Testi, One Way Anova Testi, Mann Whitney-U Testi, KruskalWallis Testi ve Pearson Korelasyon Testi kullanıldı.
Bulgular: Çalışmada Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği puan ortalaması 34,3±8,7 Riskli Sağlık Davranışları Ölçeği puan ortalaması ise 44,9±7,7 olarak bulundu. Öğrencilerin sağlık okuryazarlığı düzeylerine göre riskli sağlık davranışları incelendiğinde mükemmel ve yeterli düzeyde sağlık okuryazarlığına sahip öğrencilerin anlamlı olarak daha düşük riskli sağlık davranışlarına sahip olduğu tespit edildi (p<0,001).
Sonuç: Çalışma sonucunda sağlık okuryazarlığı düzeyi yüksek olan öğrencilerin riskli sağlık davranışlarının daha düşük olduğu görülmektedir. Ergenlerde görülen riskli sağlık davranışlarını azaltmak için sağlık okuryazarlığı seviyesinin yükseltilmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ergenlik, sağlık okuryazarlığı, riskli davranışlar, sağlıklı davranışlar
YASEMİN DURDURAN, VİLDAN KARABACAK, MEHTAP YÜCEL, TAHİR KEMAL ŞAHİN
Amaç: Bu çalışmada, Aile Sanat ve Eğitim Merkezindeki (ASEM) kursiyerlerin, üreme sağlığı konusundaki bilgi durumlarını saptamak ve farkındalık oluşturmak, bilgi eksikliklerini tamamlamak amacıyla verilen eğitimin etkinliğini belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntemler: Çalışma, 1 Mayıs-30 Haziran 2018 tarihleri arasında ASEM’de eğitim alan 80 kursiyerle yapılmıştır. Gönüllü katılımcılara ön test, interaktif eğitim ve ardından son test uygulanmıştır. Verilerin istatistiksel analizi, SPSS 27,0 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin analizinde, McNemar X2 testi, kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için sınır değer olarak p<0,05 kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya, yaş ortalaması 41,33±9,54 yıl olan 80 kursiyer katılmıştır. Ön testte, katılımcıların %20,0’ı, son testte %53,8’i ulusal kanser tarama programları ile taranan kanserlerin hepsini doğru olarak bilmiştir. Ayrıca ön testte kadınların %32,5’inin kendi kendine meme muayenesi yapılma zamanını doğru olarak bildiği görülürken eğitim sonrası son testte bu oranın %85,0’a yükseldiği görülmüştür. Üreme sağlığı alanında verilen tüm konularda ön test ile son test arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05).
Sonuç: Katılımcıların aile planlaması, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve tarama programında yer alan kadın kanserlerine ilişkin düşük düzeyde bilgi sahibi oldukları ve verilen eğitim müdahalesinin yararlı olduğu bulunmuştur. Ancak eğitim müdahalesi ile yeterli düzeyde artış sağlanamadığı belirlenmiştir. Bu da kadınları hedef alan ve üreme sağlığı alanındaki konuları içeren eğitim programlarının periyodik ve güncel içeriklerle tekrar edilmesi gerekliliğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Eğitim, kadın sağlığı, üreme sağlığı
FATİH YILMAZ, AYŞE NUR UĞUR KILINÇ, MELİKE GEYİK BAYMAN, YAŞAR ÜNLÜ
Amaç: Onkojenik HPV tipleri servikal kanser gelişiminde önemli rol oynarlar. Çalışmamızda HPV subtiplerinin servikal lezyonlardaki önemini ve prevelansını araştırmak istedik.
Gereç ve yöntem: Hastanemizde jinekolojik onkoloji polikliniğine başvuran ve HPV testleri ile kolposkopik biyopsi yapılan 296 kadın retrospektif olarak değerlendirildi. Kolposkopik biyopsi örnekleri histopatolojik inceleme ile HPV örnekleri ise polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile değerlendirilerek DNA tiplemesi yapıldı.
Bulgular: Hastalarımızdaki HPV tipleri arasında en sık HPV tip 16 tespit edildi. Yüksek riskli HPV tipleri arasında en sık görülen 5 tip sırasıyla 16,31,18,51 ve 52'dir. H-SIL lezyonlarında en sık HPV tipleri 16,35,31 iken L-SIL'de 16,51,31 olarak bulundu. Bölgemizde kolposkopik servikal biyopsi yapılan 296 hastanın 129'unda servikal premalign veya malign lezyon tespit edildi. Bu 129 hastanın 110'unda etiyolojide HPV saptanmış, 19/129'unda HPV saptanmamıştır.
Sonuç: Serviks kanserinde etyolojide en önemli risk faktörü olan HPV virüsüdür. HPV ye karşı geliştirilmesi planlanan aşıların içeriğinin en sık görülen ve yüksek risk grubu subtipler olması serviks kanserini önlemede ümit verici olacaktır.
Anahtar Kelimeler: HPV subtipleri, Servikal İntraepitelyal lezyon, Serviks kanseri
FAİK ÖZDENGÜL, AYSU ŞEN, HANDE KÜSEN, BEHİYE NUR KARAKUŞ, MEHMET SİNAN İYİSOY, SURAY PEHLİVANOĞLU, FEYZA KOSTAK, MELDA PELİN YARGIÇ, MURAT CENK ÇELEN
Amaç: Sema; bünyesinde hem meditasyonu hem de egzersiz eylemlerini barındıran dini bir ibadettir. Çeşitli ibadet türlerinin stres ve anksiyete üzerinde olumlu etkilerinin bulunması sema ibadetini gerçekleştiren semazenlerin de; stres düzeylerinin düşük, uyku kalitelerinin yüksek ve nörotrofik faktörlerinin optimal düzeyde olacağı yönünde bir hipotezi düşündürmektedir.
Gereç ve Yöntem: İlgili çalışmada semanın strese karşı koruyucu etkisi araştırıldı. Çalışmaya 17 semazen ve 16 gönüllü olmak üzere toplamda 33 yetişkin erkek dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen tüm bireylerin; nörotropik faktörleri (VEGF, BDNF, GDNF), PNX-20 verileri, anksiyete düzeyleri (BECK Anksiyete Ölçeği) ve uyku kaliteleri (Richard- Campbel Uyku Ölçeği) incelendi.
Bulgular: Semanın; VEGF, BDNF, GDNF ve Phoenixin-20 ve anksiyete değerlerini düşürdüğü, uyku kalitesini ise arttırdığı tespit edildi.
Sonuç: Stres yönetimi için birçok alternatif meditasyon uygulaması popüler olarak kullanılmaktadır. Sema, daha az bilinen bir meditasyon uygulamasıdır. Sonuçlarımız, Sema'nın stres yönetiminde etkili bir araç olabileceğini ortaya koydu.
Anahtar Kelimeler: Sema, semazen, nörotrofik faktörler, phoenixin-20, uyku, anksiyete
BERRİN OKKA, YUSUF KÜÇÜKDAĞ
Selçuklular hastalıkların tedavisine ve tıp eğitimine çok önem vermişlerdir. Selçuklu sultanları şehirleri imar ederken sağlık alanında da yatırımlar yapmışlardır. Selçuklularda sağlık hizmetleri genellikle darüşşifalar ve kervansaraylar gibi kurumlarda verilmekteydi. Salgın hastalık riskine karşı sağlık konusuna dikkatli davranmışlar, cüzzam ve veba gibi hastalıklara karşı dönemin modern tedavi yöntemlerini uygulamışlardır. Selçuklu topraklarında darüşşifalar, kervansaraylarda hastaneler ve seyyar hastaneler hastalara hizmet vermekteydi. Kervansaraylarda yolculara ücretsiz sağlık hizmeti verilirdi. Selçuklu hükümdarları haricinde devlet adamları ve hayırseverler de darüşşifalar yaptırmışlardır. Bu çalışmamızda modern tıbbın kurulmasından önce Konya’da bulunan sağlık kurumları ve tedavi yöntemleri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu Hastaneleri, Tıp, Darüşşifa, Konya
MURAT ARAZ
Timomalar ve timik karsinomlar genellikle ön mediasten yerleşimli timus kökenli nadir görülen tümörlerdir. İlk tanı anındaki evre ve timik tümörün cerrahi olarak tam çıkarılabilmesi en önemli prognostik faktörlerdir. Hastaların evresine göre neoadjuvan/adjuvan kemoterapi ve radyoterapiyi içeren tedavi stratejileri multidisipliner tümör konseylerinde planlanmalıdır. Ancak, lokal tedavilere rağmen hastaların az bir kısmında zaman içinde nüks gelişebilmekte veya daha ilk tanı anında metastaz saptanabilmektedir. Lokal tedavilere uygun olmayan hastalarda platin ve doksorubisin ile kombine kemoterapi rejimleri standart birinci basamak tedavidir. Ancak ikinci basamakta kesin kabul görmüş bir tedavi önerisi yoktur. Birinci basamak tedavi sonrası progresyon gelişen hastalarda vasküler endotelyal büyüme faktörünü hedefleyen tirozin kinaz inhibitörleri ve immünoterapiler ile yapılan çalışmaların sonuçları yakın zamanda açıklanmıştır. Bu derlemede, timoma ve timik karsinomlu hastaların genel olarak tedavi yönetimini, hedefli tedavilerin ve immünoterapi çalışmalarının sonuçlarını ve güncel pratiğe potansiyel yansımalarını analiz ettik.
Anahtar Kelimeler: Hedefleyici tedaviler, immünoterapi, timik karsinom, timoma
İPEK GÜREL, FATMANUR UYSAL, ŞEYMA ACAROĞLU, PEMBE OLTULU, GANİME DİLEK EMLİK, HAMDİ ARBAĞ, FAHRİYE KILINÇ
Giriş: Onkositik papiller kistadenom tükürük bezinin nadir görülen benign karakterli epitelyal bir tümörüdür. Çoğunlukla minör tükürük bezi yerleşimlidir. Genellikle 40 yaş üzerinde ortaya çıkarlar ve kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülürler. Sigara ile ilişkisi saptanmamıştır. Mikroskopik değerlendirmede parotiste sıklıkla karşılaşılan, onkositik epitelyal hücrelerden oluşan Warthin tümörü ile karışabilir ancak en önemli ayırıcı tanı bulgusu lenfoid stromanın bulunmamasıdır.
Olgu: Sigara kullanım öyküsü olmayan, boyunda şişlik şikayeti bulunan 62 yaşındaki erkek hastanın ultrasonografisinde (USG) parotis yerleşimli homojen, anekoik solid komponent içermeyen kistik lezyon izlendi. Eksizyon materyalinde kesit yüzeyi kirli beyaz sarı renkte kistik tümöral lezyon izlendi. Alınan kesitlerin mikroskobik incelenmesi ile olgu papiller onkositik kistadenom olarak raporlandı.
Sonuç: Vakamız nadir görülmesi, parotis yerleşimli olması, lenfoid stroma içermeyen Warthin tümörü benzeri bir lezyon görüldüğünde akılda bulundurulması ve ayrıcı tanıda yer alması gerekliliği nedeniyle sunuldu..
Anahtar Kelimeler: Tükürük bezi, kist, tümör
ESMA KEPENEK KURT, İSA AYDIN, İlkay Yıldız
Tularemi, Gram negatif, küçük, kokobasil olan Francisella tularensis tarafından oluşan, granülömatoz, zoonotik bir infeksiyon hastalığıdır. Tularemi dünya üzerinde geniş bir dağılım göstermektedir. Türkiye’de birçok bölgede endemik ve sporadik olarak bulunmaktadır. Konya ve çevresi de endemik olarak bulunabildiği bölgeler arasındadır. Türkiye’de ateş, servikal lenfadenitle başvuran beta laktamaz ürettiği için beta laktam antibiyotiklere yanıt vermeyen hastalarda ayırıcı tanıda tularemi akla gelmelidir. Bu yazıda, 28 yaşında akut tonsillit, servikal lenfadeniti olan, nonspesifik antibiyotiklere yanıtı olmayan tavşan eti tüketimi sonrası şikayetleri başlayan orofarengeal tipte tularemi olgusu sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Francisella tularensis, tularemi, tavşan
FATMA ARZU AKKUŞ, ABDULLAH AKKUŞ, CELALETTİN KORKMAZ
Özellikle kronik hastalığı olan koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) hastalarının iyileşme süreleri uzayabilmekte ve hastalığın klinik seyri ağır seyredebilmektedir. Uzamış şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) pozitifliği ve rekürren COVID-19 tespit edilen hastada sitomegalovirüs (CMV) pnömonisi gelişmesi ve derin lenfopeni tespit edilmesi üzerine immünoloji kliniğine konsülte edildi. Burada değerlendirilen periferik lenfosit subgrup analizinde CD4 düzeyi %1 (27-57) çıkması üzerine insan immün yetmezlik virüsü (HIV) testleri gönderildi. HIV RNA pozitif olarak gelen hasta enfeksiyon hastalıklarına yönlendirildi. Rekürren COVID-19 ve uzamış SARS-CoV-2 PCR pozitifliği olan hastalarda HIV gibi immün yetmezliğin viral sebepleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: COVID-19, CMV, HIV, immün yetmezlik
HİLAL SEDA AKÇAN, SEVGİ PEKCAN, HANİFE TUĞÇE ÇAĞLAR, ENDER SAYAN, GÖKÇEN ÜNAL, ASLI İMRAN YILMAZ, NECDET POYRAZ
Trakeal darlık çocuklarda nadir görülen, asemptomatik olabileceği gibi hayatı tehtid eden ağır solunum yetmezliği tablolarıyla da karşımıza çıkabilen bir hastalıktır. Etyolojide edinsel ve konjenital nedenler yer alır. Tanıda iyi bir öykü almak, fizik muayene yapmak ve fleksible bronkoskopi önemlidir. Özellikle hışıltılı solunum ile başvuran çocuklarda trakeal stenoz ayırıcı tanıda yer almalıdır. Bu yazıda hışıltılı solunum şikayeti ile başvuran trakeal stenoz vakası sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Trakeal stenoz, hışıltı, çocuk, solunum yetmezliği